26 Eylül 2010 Pazar

fuck 'perfect day'! search for more, you idiot...

 lou çok çok çok daha ötelerde bir şeydir...over over over dose...

muhteşem ikili:

orijinalinden sonra duyduğum en güzel yorumlardan biri:

iki ilah bir arada:

ahhahaha! bu adam da bu günlerden sağ çıkabildi ya..:):

yeryüzünde yazılmış en güzel şarkılardan birine lou yorumu:

ve lou; kendi yarattığı, yeryüzünün en dramatik şarkılarından biriyle:

veeee (göbeene gurban emmoolou):

25 Eylül 2010 Cumartesi

podomatik diye de bir şey varmış!

 
      gayet güzel bir toplama..yer yer fazla "gece için müzik" programları hallerine girse de, dinlemeye değer 23 şarkılık bir uçuş...
      merak eden buraya baksın..
      yalnız araya kaynamış olan here comes the flood ne iş, onu çözemedim halen..amaaan, kaynayan peter olsun..başımın üstünde yeri var..

hotel hotel

1-2 şarkıyla tavlandıklarımdan...
     
önce bi güzel batıyoruz:
     
sonra da boğuluyoruz hep beraber:
 

bir maitre d'hotel shivaree de bonus olsun:

23 Eylül 2010 Perşembe

TRENLERiSEVERiM

"...all I ever wanted to do
 

 "...I need you like I need a hole in the head..."

"en son"un müziği

      allah belanı ver(me)sin eno, bu nasıl müzik? müzik mi? kurtuluş mu? kaçış mı? bitiş mi? hepsi mi? her şey mi?
      ne?
      ne?
      ne?

22 Eylül 2010 Çarşamba

sick music for sick people volüm 3 / oxbow

       ---SAĞLIĞA ZARARLIDIR!---   
       
      kimselere benzemez, sevgili, şirincik muskam, eugene'ciğim: hakkında " if ‘I don’t give a fuck’ was an entry in the dictionary, underneath it would be a picture of a handsome, generously tattooed african-american man by the name of eugene robinson – probably wearing a crisp, tailored suit. robinson is one of the most interesting, intimidating, intelligent and fiercely individualistic people to emerge out of the 80’s punk scene with their wits intact" denmiş olan,
      kendisi de “somebody might be tempted to use the word schizophrenic to describe it, but I don’t consider it to be schizophrenic. I regard people to be a product of a number of different influences”
      ve dövüş sanatlarına olan tutkusuyla şarkı sözlerinin bağlantısı kurcalanınca da "the violence that occurs in the oxbow lyrical tableau is lyrically small, direct, knife-like. unkindness and cruelty at its best. I look at oxbow’s lyrical outlook as kind of a….these are love songs in my mind, and I don’t know if fighting has anything to do with love. we were at the grammy’s and like tina turner says, ‘what’s love got to do with it?’” diyen zat-ı şahane..bildiğin sick adam, bildiğin hayvan..oxbow'un her bi şeyi..
      şöyle ki:

çoğu kez böyle:

ya da böyle:

hatta:

buna da kıyamam:

son son iyice uçalım bari:

18 Eylül 2010 Cumartesi

sahnede ölen adammış...

halbuki o, sahnede sonsuzlaşan adam...

radar & the only one

çifte saksafon beni kanepeden düşürdü yalnız:

      (iyiymiş ayol böyle kendi oyun bahçenin olması, kendi kendinin efendisi olmak; yok tanımdı, yukarıya refere ettindi-etmedindi, bakınız'ının içi dolu muydu-boş muydu, aman götüme girerdi, ah garibim çaylaam benimdi, başlığın mastar mı-master mı bakiiimdi safsataları olmadan, kalıplı kuralların olmadan kafana göre at oynatmak..bi de az yiyip, meynstriim'le haşır neşir olabileydim kim tutardı beni beahh! hahhaha..yok lan yok, şaka..böyle yeraltından, kıyı kıyı takılmaya devam..sebeplenen sebeplensin artık; ben yazdıklarımı enter'ladıktan sonrası tufan...)

the saddest song

bu cansızı:

bu da canlısı:

17 Eylül 2010 Cuma

3 adam+1 bas+1 sax+1 davul: hepsi bu

     hem bir primushead, hem de bir morphineman olarak bu çok özel kayda nasıl olduysa anca bugün denk geldim, tam bir sevindirik oldum..ne güzel bir şey olmalı sen zaten alanında bir ilahken, hayranı olduğun, örnek aldığın adamın ardından onun kalan parçalarıyla bir bütün oluşturup kendi yorumunu yapabilmek..büyüleyici hatta..ve çok dokunaklı...ben ve bengiller için tabii:

orijinali ise:

çizgilerle müziğin temaşası

...
...

16 Eylül 2010 Perşembe

dı vörkauz

     NME boşuna dememiş "the new priests of the cathedral of sound" diye..hem ne de olsa onlarla the world is a brighter place now..hele ki böyle bir male-vocal'le:

 ve aslında o kadar da "brighter" olmayan the workhouse dünyası destanı:

şimdi bırakayım kendimi akışa, koyvereyim gitsin misler gibi:


ve final:

piyano, keman ve gitar için mi minör konçerto (pehhh...)

evet...belki, belki zayıflar...belki cılızlar...belki de üflesem uçarlar, ne bileyim...lakin şu güçlü sesler heç öyle demiyor:

son dokunuş / saklı ajanda (nası yani?!)


...say something and close the door
break the silence of room
hold your breath, let you through
just for a moment, this is our shelter
dım dıırı dıırı dıırı dıırı dımmm...

 
     o yarıdan sonra peydah olan komik hatta absürt ve fakat o güzelim hüzünlü sesleri çıkarabilen hortumlu enstrümandan ben de alcam bir adet...

dogit

kızlarımın su kabında yazan şey..ingilizce-türkçe sözlük gibi maşallah...

the national'cık

ne tini mini, ne mütevazı bir grupsunuz siz be! babylon'da ne güzel adamlardınız öyle be!
finalde nasıl da kodunuz ve de oturttunuzdu be! tam da şöyle bir şekilde:

15 Eylül 2010 Çarşamba

tek geçerim

böyle eskimeyen ve eskimeyecekleri dinledikçe, bugünkü BİZLER, sahiden bir zamanlar ONLAR mıydık diye düşünmeden ede me mek...

men şer'em, men şer / yuhu'ya saygı

ahan da cayır cayır rock:
(...şer olmasa tanınmaz heyir...

...etseler şere de hörmet, heyre heyir demezler elbet...

...çalış ey, düşme şere,
abin düşmesin murdar dillere...)


hazar bluuz:
(...goca cavan çalışır
gız oğlanla yarışır
sohbet söze garışır
hazer'in sahilinde...

...susuz sehra, torpah aç
eğri, cılbah, yalavaç
tek dayalı bir ağaç
hazer'in sahilinde...

torpah sarı, gum sarı
gözeldir rüzügarı
el çalır yarpahları
hazer'in sahilinde...)


keyifli ve hayalperest azeriler:
(...yorma özünü nahak, insan guş gimi uçamaz
bu sözleri demiştim sene
ama sen meni dinlemedin
pişman oldun...dinlemedin...

...her şeyin öz yeri var
bu fani dünyada
onu bil...)


çaycıda rock:
(hiçbir cümlesinin tamamını anlayamadığım için örnek söz öbeki yazamıyorum buraya)


yuhu usulü balad:
(...men seni sevirdim
dünyalar gadar...

...sen meni aldattın
kör goydun dünyada...)


viva rock!:
(genç yaşımdan ilk bakışta
bir gözele vurulmuştum men,
ala göze...

...ala gözlü yar,
mene baharken sen
gülümseyirdin...

...bir bela olar
gözlerim dolar
görmesem seni men...

...şaşıp galıram, mecnun oluram
seni görende
salinmami de begenmem
ala gözlü yar
bizim kimseden bir oğlanla sen
geçip gedende
gülümsemedin sen mene baharken...)


sert başladık, sert bitirelim:
(...dohunma mene
dohunmadan men sene
tanimah men istemirem seni...)


     bizim türkçemizle yapsaydınız bu müziği bu kadar hoş olur muydu gene bilmem..yok ama, biliyorum..altyapı sağlamdı; olurdu..ama bu denli şirin olamazdı..
     canlı performanslarınız her izleyenin ağzını açık bırakır, kulaklarına bayram ettirirdi yurdum tiki ve şekilci rakçılarına inat..ah cesur, ah namik ahh...nerelerde, ne yapıyorsunuz şu anda kim bilir...

14 Eylül 2010 Salı

charlie big potato

     dizi izlemek faideli bir olay..en azından polisiyeler..hiç ummadığım bir anda, ummadığım yerde bir şarkı zınk diye kulağıma çarpıyor ve sonra da -internet gene sağolsun- dakikalar içinde şarkının ötesi berisi hakkında bilgi sahibi olup, bilgisayarıma indirmiş bile oluveriyorum..yapıyorum ben bunu..
     bu patates de bir csi sahnesinde grissom'ın arkasından arkasından beni furup geçendi işte:

13 Eylül 2010 Pazartesi

ille de lisabö

     sevgili, vazgeçilmez basklılarım (bu arada tdk'da "basklı" diye bir şey yokmuş..baktım, en yakın ve hem de büyük harfle başlayan "Baskil" var.."hadi yaa...yoksa? yoksaa?" derken, o da tüh, elazığ'ın ilçesi çıktı..ne diyoruzmuşuz acep biz bask milletine o hal?), lisanlarını sevdiklerim..nasıl sevmem "izkiriaturik aurkitu ditudan gurak" (allaam, kopi-peyst yapamadım bi türlü ve elle yazdım tek tek bi de!) şeklinde bir albüm adını bize veren o lisanı? bunların da üstünden geçmişim bir vakitler şöylece...
     
      eraikitzen'im:

     egun bat nonahi'm:

     bi de ne dediklerini anlayabileydim...

sick music for sick people - volüm 2 / god (allah'ım, sana geliyorum)

     tanışmamız gayet enteresandı: 17-18 sene evvel (ki, albüm zaten '92 mamulü), yaşadığım taşra ilçesinde 4-5 metrekarecik bir müzik dükkanı (deliler gibi, büyük bir açlıkla müzik kaynağı arayışı zamanlarımız..cd denen mefhum henüz bilinmiyor..kasetçi kasetçi fink atıyoruz gittiğimiz her yerde o sıra)..bir kenarda da indirimli, yok parasına satılan kasetler grubu..ve içlerinde "possession" sırıtıyor bana doğru..hemen ampul yanıyor ve o sıralarda, sanırım stüdyo imge'deki (emin değilim) albüm tanıtımlarından bu albümü, biraz olumsuz manada yazılmış olsa da beni meraktan meraka sürükleyen şu minvalde sözlerle hatırlıyorum: "god, tamamen anlaşılmamak üzere, kaotik bir müzik yapıyor..kimse anlasın bizi diye düşünmemişler.." ve tabii hemen kapıveriyorum kaseti; bir yandan istanbul'da bile arasam o sıra, binbir güçlükle bulabileceğimi bildiğimden sevindirik olmuş vaziyette (aynı indirimli ve birbiriyle alakasız kaset kısmında nomad & nomad kaseti de vardı, onu da almıştım..seneler oldu dinlemediğim ama hala sevgiyle yad ederim)..dinleyince de beni bugüne dek en çok etkilemiş müziklerden biriyle karşılaşıyorum..
      sonrasında yıllarca god'ın diğer albümlerini aranıp duruyorum..ta ki internet ve torrent denen şahaneler hayatımıza girene dek..

     evet, çoktandır külliyatım tamam ve evet, anlattığım yıllarda 5-6 yaşlarındaydım...
    
3 hoş ve sick sada için:

şeytani swingciler

    ilk duyuşta insana "ula! ula! bu ne la?!" nidaları attırabilenler..hatta vaktiyle şöyle bir şeyler de yazmışım..ayıp olmasın, kendi mekanımda da bulunsunlar:

12 Eylül 2010 Pazar

referandum

-------------------------------------------------------------------------------------------
-------------------------------------------------------------------------------------------



------------------------------------------------------------------------------------------
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------




-----------------------------------------------------------------------------------------
-----------------------------------------------------------------------------------------






gidiyoruz gündüz, gece...

daha henüz haberim oldu bundan da (ah eşşek kafam)..ne güzel de yapmışlar:

11 Eylül 2010 Cumartesi

birbirini anımsatan şarkılar

mesela ben bu başladığında:


hep bunu hatırlıyorum:

have a nice life...amin...

    gayet have a nice life günümdeyim..ilk keşfettiğim günden beri bu adamların müziğine aşığım ki; bu da bu yeni mekanımda bunu paylaşmamı gerektiriyor doğal olarak..
    last.fm'de sürterkene buldum ilk şarkılarını ve hala büyük aşkla, şevkle dinleyebiliyorum: bloodhail..asla eskimeyecek bir başyapıt..zaten albümün (deathconsciousness) tamamı mükemmel ama bloodhail'in yeri ayrı:


   sonracıma yeni ürünler için bekler dururken bir "voids" patlattılar mesela, tam patlattılar..cıvıl cıvıl, enercik, yoğun..dayanamıyorum, tüm ep'yi koycam buraya:

10 Eylül 2010 Cuma

i want a riot to burn my store

    about exposure: last.fm'de bile epi topu 73 (beni çıkarsalar: 72) dinleyicisi olan garibim yunanlar..halbuse şöyle bir olaya imza atabilmişler:

há festa na mouraria

     tv genelde olduğu gibi açık ve crossing jordan oynuyor fakat o sıra kim bilir neyle meşgulsem, seyredilmiyor..o sıra her türlü müzikal tınıya aşırı hassas kulağıma çalınan şeyle şöyle bi irkiliyorum..evet, hala crossing jordan tv'deki..o pek sevdiğim cinayetli, cesetli, otopsili dizilerden neticede..ama fondaki alakasız şey o an beni çarpıveriyor..bir fado! ben ki, kendimi bildim bileli latin müziği dendi mi geri geri kaçmışım, genelde sıkılmışım etmişim dinlerken, içim bayılmış..olsun, n'apalım? 
    hemen dizinin info'sundan bölüm adı öğrenilip nette sıkı bir aramaya giriliyor..o kadar da kolay bulunamıyor aslında ama ölmekvardönmekyokçu ruhum sağolsun, mariza denen ilginç görünümlü kadının söylediği bir fado olduğunu öğreniyorum bu bam telime basan şarkının..mariza da benim bihaber olduğum o dünyada çoktan günümüz fado kraliçesi payesini bile almış..yuh bana! hadi dinlemiyoz tamam da, genel kültür babında bileydik bari..
    bakındığım kadarıyla da latin dünyasının klasiklerinden olsa gerek bu şarkı çünkü bir dünya kavır'ına da denk geldim, mariza'yı bulana dek..amália rodrigues dahil..ama mariza'nınki hariç hepsi bende latin müziğine olan klasik tepkimi uyandırmaktan başka işe yaramadı..
     yaşasın crossing jordan!

breaking bad, breaking gene bad, breykin bed

    böyle de güzel, böyle de özel adamlar..onlara olan sevgimi tarif etmem mümkün değil (tabii breaking bad üzerinden konuşuyorum..yoksa mesela malcolm in the middle'ı bir kez olsun izlemişliğim yoktur)..
    2 senedir sallaya sallaya nihayet bu sene b.b.'in tekmilini birden izlemiş ve çarpılmış, yamulmuş, bükülmüş, heyecandan heyecana sürüklenmiş bir insan evladı olarak bu adamlar için ne desem, ne yazsam, ne yapsam az..bari çok hoşuma giden birkaç vidyolarını ekleyeyim dedim..
    ilki geçen seneden..henüz ilk emi'sini alamayacak cesi'ciğimiz ama aday olmuş..bryan'ın 2. adaylığı..bryan'ın evinde samimi konuşmalar..bryan'ın aaron'a inceden ve babacan babacan takılmaları filan:


    ahhaha! bir de şu bayıldığım vidyo var tabii..kıfkanç aaron daha emi'lenmeden önce, bryan'ın emi'sini nasıl alıp evine götürdüğünü, emi'yle resmini çektiğini ve banyoya götürüp, kanadına tuvalet kağıdını takıp, bir de öyle kullandığını (hahhaha, emi'den kağıdı koparıp kıçını da silmiş cesi..emmy ödülü şeklinde tuvalet kağıtlığı piyasaya sürülürse, almazsam neyim!) neyin anlatıyor..geyik mi geyik:

 
    ve sonunda, artık kıskançlığa gerek kalmadığı an:

 

    allaam yaaa, bu voltır ve cesi hiç ayrılmasın, ne biliiim, bryan cranston aaron paul'ü nüfusuna filan geçirtsin, bir şeyler yapsın...:(

eternal jellyfish ballet

    aklımda öncelikle başka bir şeyler vardı aslında öncelikle postlayacak ama ekşi'de eski bir entrim üzerine gelen bir mesaj, uzun zamandır dinlemediğim ve çok özlediğim bir kwoon şaheserini hatırlatıverdi..2 tur dinledikten sonra buraya da şeyttireyim istedim ve şeyttiriyorum:

9 Eylül 2010 Perşembe

sick music for sick people - volüm 1 / made in mexico

    kalbim kadar temiz blogumun pespembe postuyla arıza serimize nihayet girişimi yapıyorum.. ilk hastalıklımız:







tong takitani vs. buildings began to stretch wide across the sky, ...

    aylar öncesine dek çin'de post rock mefhumunun olduğundan bile habersiz cahilin tekiyken peş peşe öğrenegeldiğim çinli gruplardan biri 21g (veya 21 grams)..ne yazık ki bunların da ne idüğü koca internet aleminde bile pek belirli değil..haklarında iki gıdım bilgi bulmak bile pek mümkün değil..bendeki 4 şarkılık mini albümleri dışında başkaca bir şeyler yapmışlar mıdır, onu bile bilmiyorum..lakin bildiğim bir şey var ki, o da bu 4 şarkıyı gayet iyi kotardıkları..  
    bu tong takitani denene özel bi sevgim var çünkü şarkıya red sparowes'un "buildings began..."unu öyle güzel ulamışlar ki..
    bi güzellik yapıp iki şarkıyı da koymak istedi canım buraya şimdi..önce tong takitani'miz:


    ve de buildings began to stretch wide across the sky, and the air filled with a reddish glow'umuz: